Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

24 Ocak 2011 Pazartesi

Uyku uykunun mayasıydı bir zamanlar...

Yaş kabullenmesek de bazı gerçekleri zorla dikte ediyor insana. Eskiden her an her yerde hemencecik uykuya dalan ve 9-10 saat deliksiz uyuyabilen ben şimdilerde uykusuzluk denilen illetle boğuşuyorum. Bir zamanlar çok yaşlı bulduğum büyüklerimin bu konudaki şikayetlerini inanılmaz bulurdum. Bana ne kadar yabancı gelirdi... Şimdilerde yatağa girdiğimde aklıma takılan yanlış bir düşünce güneşin doğuşunu uyumadan görebilmemi sağlayabiliyor. Hala dirensem de yakınlarda sıcak süt, banyo v.s. gibi çareler aramaya başlayacağım.
"Uykusuzluk çekenlerin son kalesi uykudakilere karşı duyulan üstünlük hissidir." demiş, Cohen. Bu son kalede ben de bu yalnız zamanları okuyup yazarak geçirmeye çalışıyorum....

İçtenlik...

Genelde her hangi bir sanat eserini özellikle de filmleri eleştirmek konusunda çekimserim. Hele de ülkemizde yapılanları... Şartların ne kadar zor olduğunu bilir ve kalkışanların en azından cesaretlerine saygıdan ulu orta atılıp tutulmaması gerektiğini düşünürüm.  Bu iyi niyetimi suistimal eden filmleri de yok sayarım. Bu düşüncelerimde son zamanlarda bir değişiklik olmaya başladı. Ya ben bayağı film izleyip belli bir doygunluğa eriştim ya da cesaretim/cürettim arttı.
Her neyse böyle bir girizgah yapmamın sebebi geçenlerde seyrettiğim iki film. Biri bir ilk film, diğeri ise sevdiğim bir yönetmen/senaristin küçük bütçeyle çok kısa zamanda çektiği bir film. Her iki film de yönetmenleri tarafından yazılıp çekilmiş. İlk filmde hem çekim hem de senaryo zaafları olmasına rağmen içimi ısıttı. Seyrettiğime memnun oldum. İkincisi için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Senaryo ile başlayan iddia filmde kendini devam ettirememiş. Çok sıkıldım ancak sonuna kadar izledim. Sonra üzerinde bir başka arkadaşımla konuştuk. O çok beğenmiş ve etkilenmişti. Ben ise öfkeyle hataları sıralıyordum. Sonra kendime beni bunca öfkelendiren neydi diye sordum. Ve o an anladım, film içten değildi. Üstten, üstten konuşuyor, "ben müthişim abi" hissini kare kare sunuyordu. Ele aldığı konuya dair büyük büyük laflar ediyor ve bu lafların tartışılamayacak kadar doğru tespitler olduğunu kafamıza vuruyordu. Yönetmen bunu mu hedeflemişti bilemem ancak bana geçen buydu. Böyle bir tutum otomatikman bende hata arama refleksini geliştiriyor galiba...
Bize sunulan her hangi bir sanat eserinde eseri yaratanın izleyicisine nasıl baktığı, neler hissettiği de geçiyor aslında alttan alta... Bu düşünceler ve hisler olumsuz olsa dahi içtenlik varsa kabullenebiliyoruz. Aynı fikirde olmasak bile saygıyla anlıyoruz. Bir de üstten bakıp, küçümseyenler söz konusu ancak bunu açık açık yapmak yerine çok iyi sakladıklarını sanıp karşısındakileri daha da keriz yerine koyuyorlar. Keşke açık açık yapsalar, daha kolay kabullenir olabiliriz.
Hayatta da öyle değil mi? Yalancı bir alçakgönüllülükle yargı dolu yüreklerinden bakanları hemen algılayıp onların hatalarını bulduğumuzda içten içe sevinmiyor muyuz?  Ben öyle yapıyorum valla, günahı sevabı boynuma...

3 Ocak 2011 Pazartesi

2011 de geldi, hoşgeldi...

Epeydir yazamadım. Meraklı Kedi'nin yazsana ısrarları da işe yaramadı. Ancak yıla nasıl başlarsan öyle gider sözü kafamda yankılanıp duruyor. Daha fazla gecikmeden bir şeyler karalamak istedim.

Bazen yazamıyorum, basit bir maile cevap dahi... Ya da okuyamıyorum. Normal zamanda ağzımı sulandıracak bir kitabı bile en fazla 20 sayfa okuyup köşeye bırakıyorum. Depresif bir halde televizyon seyrediyorum. Bu miskin halimden fenalık gelip kendimi suçluyor ama değiştirmek için de pek bir şey yapamıyorum. Öyle zamanlarda bırakmayı öğrendim çünkü kendimi zorlamanın faydasını görmedim şimdiye kadar. Bu ruh haline girdiğimde bunu yüksek sesle söylememeye dikkat ediyorum nedense. Sanki dile gelirse kalıcı olacakmış gibi. Soranlara "İyiyim" deyip geçiştiriyorum. Geçtikten sonra dilediğim kadar konuşabilir hatta yazabilirim üstünde nasıl olsa...

Aralık ayının sonunda o kadar güzel şeyler üst üste geldi ki, o karanlık sis perdesi yavaş yavaş dağılmaya başladı. Halen çok konsantre olamasam da üstümde bir hafiflik var ve en önemlisi canım televizyon seyretmek istemiyor!

Bu gün yeni senenin ilk pazartesisi, geçen yıldan kalmış işleri temizlemek ve yemek pişirmek için kullandım günü. Kendime yemek pişirdiğimde içimi güzel bir duygu kaplar, ne güzel kendime bakabiliyorum. Evde yemek pişmesi o evi yuva yapıyor benim için. Tekrar yuvamdayım, hayatın içindeyim...