Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

22 Şubat 2011 Salı

Bana bir şeyler oluyor :))

İki gün önce aniden sigarayı bırakmaya karar verdim. Tabii aniden dediğimin arkasında, mutlaka bir hazırlık dönemi, bir takım tetikleyiciler olmuştur, ancak hiç biri bilinçli değildi.
Neden olmasın, diye düşündüm. Biraz tembellik, biraz da daha hazır değilim diye bir türlü okumayı bitirmediğim Alan Carr'ın, "Sigarayı Bırakmanın Kolay Yolu" kitabı aklıma geldi. Ooo, okuyup bitirene kadar günler geçerdi. İnternetten onunla ilgili videoları seyrettim. Bayağı etkileyici idi. Sonra EFT (Emotional Freedom Technique) videolarını seyrettim. Güzel de bir site buldum, Tapping.com
Ve yola çıktım, günde en az 3 paket içen ben, iki gün geçti ve sadece 10 nefes aldım. "İstek duruyor mu?", "Evet", "Dayanılmaz mı?", "Hayır".
Bu üçüncü deneyişim, belki de çekirge bu sefer engeli aşar :)

15 Şubat 2011 Salı

Affetmek...

Çağımız hap felsefesi çağı. Alain De Botton, Paul Choello v.s. Tamam çok farklılar ama sunduklarının kolay yutulur ve anlaşılır haplar olması dolayısıyla benziyorlar. Bu hap felesefenin bir özelliği de seri üretim... Hemen her konuda milyonlarca cümlecikler uçuşuyor. İnsanlar bunları okuyup aha oluyor, aydınlandıklarını sanıyorlar. Aslına bakarsanız eskiden duyduğum bir söz vardır, işaret ararsan bir otobüs durağı levhası bile cevap olur sana. Ancak günümüz insanları, google, gps kullanıyor ve kesin direktiflere ihtiyaç duyuyorlar, tabii bir de hiç zamanları yok. Cevap burada diyen her adres ilgilerini çekiyor ve bol talep görüyor.
Meraklı Kedi'nin bir blogu var, adresini paylaşmıyor genelde onun için ben de adres vermiyorum. Dün gece bloguna girdim. Sorulardan ve cevaplardan oluşuyor.
Aklıma binlerce alıntı geldi, "Her cevap yeni bir soru yaratacaktır.", "Cevabını bilmediği soruyu soramaz insan."
Ne kadar güçlü önermeler değil mi? İnsan sorgulamadan yutabilir.
Bu kadar cümleyi neden yazdım acaba? Aslında böyle özlü önermelerden uzak durmaya çalıştığımı anlatmak istedim, ancak dün gece twitter'da pek de haz etmediğim Paul amca'nın bir önermesini okudum; "Önce tepki ver, sonra affedersin" 
Çok doğru, paylaşmadan edemedim. Affetmediğim herkes zamanında tepki veremediklerim. Bir iki yumruk da benim atabildiğim her kavga, ne kadar kanlı da olsa, şimdilerde gülümseyerek hatırlayabildiğim anılara dönüşmüş. Ben mi onları mı affedemiyorum yoksa Nihavent Renkler'in o özel yerde beklediğini söylediği çocuk onu koruyamadığım için beni affedemiyor mu, belli değil.
Şiddeti veya öfkeyi savunuyor değilim. Sadece pasifistliğe veya İsa'nın önerdiği gibi "öbür yanağını uzatmaya" uzağım daha... Kimbilir yola devam ettikçe bir gün o önermeler de "doğru" olacaktır.

14 Şubat 2011 Pazartesi

Mahçubiyet...

Az önce havalara uçtum sevinçten... Yeni bir izleyicim oldu. Üstelik tanımadığım biri.  Bir de yorum yapmış. Aman allahım onay almak ne biçim kafa yapıyor insanda :)
O hızla geçtim klavyenin başına, görev duygusuyla bir şeyler çiziktirmek lazım. Aldı mı bir performans telaşı, sormayın. İzlenmenin insanı dönüştüren bir tarafı var.
Eee zaten bu blogun işlevi de bu. Yürümek ve sahneye çıkabilmek, bunu yaparken de gene ben olabilmek.

6 Şubat 2011 Pazar

Yardımseverlik pek bir makbuldür ya...

Epeydir pek bir yardımseverim, yakınlarımın/yakınımdakilerin dertleriyle haşır neşirim. Böyle durumlarda kolayca kaptırır ya insan, dert sahibinin önüne geçip kraldan fazla kralcı olur, neredeyse yardım isteyene beri dur ben senin yerine yapayım derecesine kadar vardıracak olur/um.
Bu sefer pek bir kontrollüydüm, alanımda kalabilmek için kendimi sürekli gözlem altında tuttum. Yine de ara ara delik kovayla su taşıma sendromlarına girip, yere yapışmadım değil.
Bu yardımseverlik beni düşündüren bir konu... Yardım istemek iyi hoş da yardım istenmek konusunda şüphelerim var. İnsanın egosunu hayli sallayan bir unsur oluveriyor birdenbire. Yardımseverliğin bu topraklarda neden gelenekselleştiğini bulmak çok da zor değil. Onaya düşkün ancak büyürken onay konusunda hayli nekes davranılmış bireylerin muhteşem bir tatmin alanı.
Yardım almış ve vermiş biri olarak insanın bu konuda en başarılı olabileceği şeklin Pay It Forward filmindeki tarzla olabileceğine inanıyorum. Yoksa başkalarının hayatına müdahale ile duyulan minnetin egodaki kabarması arasında kaybolabilir insan.
Eğer yoğun bir yardımseverlik dönemi söz konusu olursa acaba kendi hayatımdaki neden kaçıyorum endişesi de cabası :)